Offenbach - Frankfurt : S1 S2 S8 89

Her gün sabah genellikle 8 ile 10 arasi bir saatte Offenbach -Frankfurt arasindaki yaptigim metro yolculugumun günlügüdür.






Saturday 19 June 2010

"Her sabah, vızır vızır arabaların, işlerine koşan takım elbiseli insanların, gökdelenlerin arasından geçip, finans sektörünün son derece steril görünen bu dünyasındaki bir caddede yer alan bir kapıdan içeri giriyorum, asansöre binip odama çıkıyorum, masama oturuyorum, bilgisayarı açıyorum ve çalışmaya başlıyorum. Buraya kadar her şey “çok normal”, her şey çok yolunda! Düğmelerle çalışan bir dünya! Ama... Binanın bir cephesi o steril caddeye bakarken, bir cephesi de dar bir sokağa bakıyor ve başımı hemen yanımdaki pencereye çevirip de sokağa, karşıdaki binanın girişine baktığım zaman, gördüğüm şu: İnsanlar soğukta bir sığınak gibi kullanılan karşı binanın alt katındaki kafenin önüne birikmişler; iki rahibe, toplanan uyuşturucu bağımlılarına, açlara, evsizlere yiyecek, giyecek ve kahve dağıtıyor. Her gün... O insanlarla aramızda sadece panzer camlar var. Biz yukarıda, onlar aşağıda... Biz yukarıda sanki dünyada her şey yolundaymışçasına programlarımızla, analizlerimizle, grafiklerimizle uğraşıyoruz, hemen yanımızda her gün tekrarlanan bir trajedinin sessiz, umursamaz seyircileri olarak... Sanki her şey çok yolundaymış gibi, sanki bu olanlar çok olağanmış gibi, sanki hayat zaten böyleymiş gibi... Tüm bunlar olup biterken ve biz bunları kanıksamış olarak, bu hayatı delirmeden sürdürürken, bu “marazi farkı” yaşarken... Zaten parçalanmış bir hayat bu!"

diyordum. Karsima oturdu. Orta yasli, kentli bir kadin gibi pardesüsü, cantasi, kot pantalonu ve cantasiyla...Ama yüzü, bakislari...

Monday 14 June 2010

Metroda Onur Yolculugu!

Gülse de gülmese de mavi gözlerinin ici gülüyordu. Siyah uzun bir etek giymisti. Üzerinde altin rengi simlerle islemis büyük bir cicek vardi etegin! Eskimis, solmus, solmus olsa da hala sevdigi besbelli bir kazak ve düz sandaletleri, beyaz cantasi, ojeli tirnaklari ve muhtesem elmas taklidi - belki zirkon? - küpeleri...Orada öylece oturuyordu, karsimdaki koltukta.

Annesi miydi yanindaki? Tabii, tabii, baska kim olabilirdi ki? Siyahlar giymisti anne. Siyah bir tisört, siyah bir pantolon ve siyah spor ayakkabilar. Ne küpe, ne oje, ne cicekli etekler. Sadece gümüsi gür saclari süslüyordu omuzlarini. Oglunun, saclari tepesinden cok acilmis oglunun üzerine miknatis gibi cektigi bakislari nötralize etmek ister gibi "normal", "bizi yoksayamaz misniz?" diyen donuk bakislar.

Ama o donuk bakislar ogluna döndügünde, birdenbire yumusuyordu, canlaniyordu bakislari. Aralarinda gülüyorlar, konusuyorlar ve o "sabah sabah mutluluklariyla" anne-ogul cevrelerindeki bakislardan örülmüs o haleyi sanki "cehennemin dibine" yolluyorlardi. Mutlu indim metrodan! Onurlu iki kisinin mutlulugunun isiklari az da olsa gözlerime sinmis midir?