Offenbach - Frankfurt : S1 S2 S8 89

Her gün sabah genellikle 8 ile 10 arasi bir saatte Offenbach -Frankfurt arasindaki yaptigim metro yolculugumun günlügüdür.






Sunday 21 March 2010

"Punk" Kontrolörler

Gecen yilin sonunda hemen hemen hergün Offenbach-Frankfurt metrosunda biletler kontrol ediliyordu, bir süredir ise kontroller yok denecek kadar azalmisti. Bu sabah ise Ledermuseum'da iki tane kontrolör bindi metroya. Sanirim bu kisileri gecici olarak, asgari ücret karsiligi ise aliyorlar, bir rastladigima bir daha hic rastlamiyorum gibi geliyor bana. Bugün binen kontrolörlerin ikisi de yirmili yaslarin baslarinda gibiydiler, normal islerini yaptilar. Buraya kadar bir olaganüstülük yoktu, ancak: Her ikisinin de kiyafeti ve saclari punk görünümündeydi. Icim sizladi. Seksenli yillarda gercekten bir punk olarak yasayan, dolasan bir insana degil biletleri kontrol ettirmek, acaba bir metro bileti aldirabilmek mümkün müydü? Nasil oldu da bir dönem su yasadigimiza, yani hayat dedigimiz su haksizliga tesne gündeliklige, seksenlerin politik sessizliginde insiyaki ve insani bir muhalefet olarak gelisen bu kültürel fenomen, sistem tarafindan kadar ehli ve "insan icine cikarilabilecek" bir hale getirilebildi? A.Negri yakinlarda okudugum bir ropörtajinda kapitalin finanskapitale dönüsmesinden sözederken, ayni zamanda bu kapitalin özelligi olarak sömürünün artik sadece meta üretimi düzeyinde fabrikalarda degil, ayni zamanda üniversitlerde, edebiyatta, her türlü kültür üretiminde gerceklestigine isaret ediyordu. Bir tür ickinlestirme, kendine ait kilma yetisi gibi, yani bence ayni bu punk kiyafetleri gibi.

Yapilicak birsey yoktu, boynumu büküp bu punk kiyafetleri icerisndeki insanlara biletimi gösterirken ufak da olsa bir catisma izi görmek icin yüzlerine baktim. Yoktu böyle bir catismanin izi, ikisi de ne güleryüzlü ne asik suratliydilar, siradandilar, icimizden biriydiler, görevlerini bitirip Mühlberg'de indiler, cektiler gittiler.

Thursday 11 March 2010

Kitabin Adi?

Bugün metro cok kalabalikti. Marktplatz'dan bindim, cogu zaman yaptigim gibi. Oturacak yer yoktu. Kapinin yakininda durup etrafi gözlemeye-gözetlemeye karar verdim. Arkamdan birden cat cat cat diye sesler gelmeye baslayinca hafifce arkama dogru baktim. Sarisin, mini etekli, büyük halka küpeli, hayatimda gördügüm en acaip bavullardan birinin sapina ritm tutan bir kiz...Sabah sabah bir enerji, büyük ihtimalle havaalanina gidiyor. Rahatsiz oldugumu sanip da nesesi bozulmasin diye hemen önüme döndüm. Bavul pembe, kirmizi kareli üzerinde simler ve pullar olan orta büyüklükte bir trolley'di. Ayrica kizin cizmeleri de mavi ve süslüydü, üzerinde kilim parcalari gibi birseyler vardi.

Ledermuseum'dan yine sarisin ama bu müzik dinleyene göre cok daha klasik-konvansiyonel bir kiz bindi. Elinde binerken bile okudugu kalinca bir kitap vardi. Son on-onbes sayfa kalmisti geriye görebildigim kadariyla. Ama kitabi katlayarak okudugu icin adini görmek mümkün degildi. Bu arada ben de "Süper Iyi Günler'i" bitirip Siri Hustvedt'in "The Shaking Woman or A History of My Nerves" kitabina baslamis oldugum ama yine de bunun yaninda güzel bir roman okuma istegi icinde oldugum icin iste istemez, metroya binerken bile, o kalabalikta bile bu kadar heyecanla okunan kitabin ne oldugunu merak ettim. Hatta kiza özendim. "Herhalde, ineken kitabi kapatip cantasina koyar, ben de görürüm hangi kitap oldugunu!" Bu arada kapak biraz kaydigi icin Ostend duragina geldigimizde kitabin kapaginin acik mor oldugunu ve Piper yayinevinden ciktigini görebildim. Ancak ne yazarin ne de kitabin adini okuyamadim. Sadece "----nox" ve "--olken" hecelerini secebildim. Insallah benden önce iner ve kitabi kapatirken görüveririm diye hic yerimden kipirdamadim. Ama...Iki durak daha gittik ve kiz yine kitabi okuya okuya metrodan inip kalabaliga karisti. Neydi o kitap?

Wednesday 3 March 2010

Günesli Bir Gün

Hava yine biraz soguktu ama piril piril bir günesi ardimda birakarak indim bugün yeraltina. Iki dakika sonra geldi S1. Bana mi öyle geliyor yoksa gercekten dünyanin bir yarisi Stephanie Meyer öbür yarisi da Stieg Larsson mu okur oldu bu ara?Karsimda oturan, iki sene önce bir üniversitenin Isetme bölümünden mezun oldugunu sandigim, laptop'lu, janti cocuk da bugün Larsson okuyordu. Kitabin yarisina gelmis. Merakimdan alip bir tanesini okumak istiyorum su Larsson'un kitaplarinin ama kitap kapaklari o kadar itici geliyor ki! ikinci dakikasinda yanlis filme girdigini anlar ya insan, iste o filmlerin afislerine benziyor Larsson kitaplarinin kapaklari. Üzerinde hicbir bosluk yok, cercevesiz, tehdit edici ama tehdit etmek isteyip edemedigi icin!

Ben Christopher Boone'un Sahane Dünyasi'ni okuyorum Mark Haddon'dan. Otistik bir cocugun gözünden dünyayi anlatiyor Haddon. Bazen, bazi paragraflari dönüp dönüp tekrar okuyorum. Christopher mutlu mu mutsuz mu anlayamiyorum bazen ama mutluymus gibi geliyor bana.

Larsson okuyan janti cocuk Ostend'de iniyor. Inmeden önce kitabi öylesine kapatiyor. Acaba benim gibi kaldigi sayfayi aklinda tutanlardan mi düsünüyorum, kitap elimde sürünmeye baslamamisa ben de pek öyle ayrac(yoksa bu parantez mi demekti?) kullanmam. Ama mesela güzel bir nesne elime gecmisse onu kullanirim bazen. Mesela 250 gr kahvenin sigabildigi büyüklükte kesekagidi gibi. Cünkü kahve kokusu bir süre sonra kitaba siner. Bir tür Ex-Libris avuntusu gibi yani.

Taunusanlage'ye kadar ara vermeden okuyorum. Sonra iniyorum, bu sabah evde kahvalti ettim, Brezel'a gerek yok. Tekrar yeryüzüne cikiyorum ve istemeye istemeye günesi arkamda birakarak büronun soguk karanligina daliyorum.

Tuesday 2 March 2010

Tinderstics

Dün aksam Tindersticks konserine gittim. Bu vesileyle de bugünkü onbes dakikalik yolculugumu
Tindersticks esliginde gecirdim. Sönük bir sarki ama "Peanuts" hem albümü dinlerken hem de konser sirasinda, belki en begendigim degil ama kendimi en yakin hissettigim sarkiydi. Yalniz bütün grup elemanlari birbirlerine ve hatta sanki tek tek tek tek ikiyüz kisilik -ama tutkulu - izleyiciye gülümserlerken Stuart Staples'in gözlerini kapatip Peanuts gibi bir sarkiyi bile entelektüel Türk filmlerine tas cikaracak bir "ciddiyletle" söylemesini anlayamadim. "Benim bu Peanuts'i sevmem, eskiden de o kadar sarkici dururken Cahit Oben'i sevmem gibi birseydir belki de," diye düsünüyordum ki yolda, Kaiserlei duragina gelmisiz bile. Duraktan iki kisi bindi metroya. Basi örtülü kirk yaslarinda bir kadin ve trendy H&M outfit'iyle onyedi yaslarinda bir kiz. Hareketleri hergün metroya binen insanlarin otomatik harmonisinden yoksundu. Sanki arkalarindan birisi sahneye itivermis gibi saskindi ikisi de.

Basörtülü kadin saat dokuzu gectigi icin oldukca tenha olan, mp3'lerine gömülmüs birkac kisinin oturdugu koltuklara dönüp "Frankfurt?" diye sordu. Dudaklarindan okudum. Kimse cevap vermedi, ben "Evet" dedim uzaktan. Gülümsedi kadin. Kiz utandi. Bunu kadinin benim karsimdaki bos yere oturmak isterken kizin onu cekip vagonun en ucuna götürmesinden anladim. Bir durak boyunca yani Mühlberg'e kadar izledim ikisini. Konusmadilar. Anons "gelecek durak Frankfurt-Mühlberg" dediginde basörtüsünü arkaya dogru ittiriverdi kadin. Hani muhitinden cikmis da artik basini acabilirmis gibi bir harekketti, otomatik! Hic konusmadilar.

Ben dört durak sonra Taunusanlage duraginda indim. Merdivenleri ciktim. Brezel satan kadin, firiniyla oradaydi. Altmis sente sicak bir Brezel aldim. Sali sabahlari yine o katta gitar calan genc Ispanyol'a on sent verdim, günaydinlastik ve caddeye cikip ise dogru yola koyuldum.