Offenbach - Frankfurt : S1 S2 S8 89

Her gün sabah genellikle 8 ile 10 arasi bir saatte Offenbach -Frankfurt arasindaki yaptigim metro yolculugumun günlügüdür.






Sunday 31 July 2011

Soguk!

Iki aydir soguk. Daha dogru dürüst yazliklari cikarmadan agustos ayina geldik. Sadece yagmur degil bu yaz insani bezdiren, hava da soguk. Cuma aksami bir kafede disarida otururken daha aksam yedi sularinda hava o kadar serinledi ki, garsonlar müsteilere battaniye dagittilar. Hicbir bitki dogru dürüst büyümedi bu yaz. Lavantalarin cicekleri tam renklerine kavusamadan kahverengimsi bir renk aldilar. Benim Kas feslegenleri canli ama cicek acmaya hic yanasmiyorlar. Almanya karanfilleri acti ama acar acmaz yagmurla karsilastiklari icin actiklarina bin pisman gibiler. Kas karanfilinde bi-polar bir durum gözlüyorum. Bir yandan büyüyor ama tomurcuk yok. Insanlar da öyle görünüyor gözüme sabahlari. Ne giyecegini sasirip evden apar topar cikmis gibiler hepsi. Pardesü ama acik ayakkabi, mini etek ama hirka...Dört genc dikkatimi cekiyor. Dördü de ayakta. Sevimli görünüyorlar, düzenli spor yaptiklari besbelli. Hararetli bir konusma icerisinder, heyecanli heyecanli birbirlerine birseyler anlatiyorlar sessiz sedasiz bir sabah metrosunda... Ne kadar güzel kullaniyorlar ellerini, yüzlerini ve besbelli ki icine dogduklari ama hic duymadiklari dillerini. Gülümsüyorlar, sik sik da hep birlikte gülüyorlar, sessiz ama kahkahalarla güldüklarini anlamamak mümkün degil. Hislerim karisik. Bir yanda bezgin bir kompartman dolusu insan, diger yanda ise "herseye ragmen" birbirleriyle iletisimleri, daha da önemlisi iletisim istekleri soguk kompartmanin orta yerinde bir kiraz agaci gibi etrafa gülümseyen dört genc insan. Her iki grup da bu topraklardan. Anlamak mümkün degil!

Durak Ostendstrasse: Iri yari, ciddi görünüslü iki güvenlik görevlisi biniyor ön kapidan. Biletleri kontol edecekler. Hemen arkalarindan eski dogu bloku ülkelerinin Avrupa Toplulugu'na girdikten sonra acilan sinirlardan zengin ülkelere üc aylik vize ile gelen/getirilen bir dilenci biniyor. Koltuk degnekleri var, basini dik tutamiyor, vucudu bir yana dogru yatmis. Iki kontrolör önde, o arkada koltuklarin arasindan ilerliyorlar. Cantalarini abonmanlarini göstermek üzere zaten acmis olan yolculardan bir tanesi bile bes kurus vermiyor dilenciye. Önümdeki tuhaf insanlik belgeseline baka kaliyorum. Sanki hayatin disinda bir yerdeyiz: Dört genc sessiz kahkahlariyla konusmaya devam ediyorlar. Iri yari iki kontrolör, arkalarinda her adimi bir iskence olan dilenciyle ilerliyorlar. Tek istegim, görev bilincinin ne kadar yüksek oldugunu bildigimiz Alman memurlarin birden dönüp dilenciye biletini sormamalari. Gercekten de sormuylar, farkinda olduklari halde, onu görmüyormus gibi davraniyorlar. Ahmet Hasim'in Frankfurt Seyahatnamesi' nde anlattiklari aklima geliyor ister istemez: Dogu'nun ve Bati'nin dilencileri ve onlara o ülke insanlarinin bakisi hakkindaki gözlemlerini düsünüyorum. Hala ne kadar gercek söyledikleri:

"Frankfurt caddelerinde en cok garibime giden insan dilencisi olmustur. Bu dilenci, temiz gömlek ve yakasi. Lekesiz elbisesi,ütülenmis beyaz mendiliyle iyi bir kahvaltidan sonra sigarasini yakarak sabahin neseli kalabaligi icinde isine giden herhangi birefendiye benzar.Yakin veya uzak bütün sark memleketlerinde böyle bir kilikla gelipgecenlerin merhametine el uzatmak cesaretini gösterecek herifintoplayacagi hava ve yiyecegi dayaktir. Merhametli hanim veya efendi,sadakaya muhtac adamin kendisine bu kadar benzer olusuna tahammül edemez: kalbinin heyecan mekanizmasi harekete gecmek icin dilenciden, korkunc bir Lon Chaney makyaji ve tüyler ürpertici bir sahnetertibati ister.Sark estetgine göre dilencinin gözü olmamali. Göz yerinde patlamisiki beyaz zar olacak ve onlardan parcalanmis yanaklara dogru birtakim et parcalari sarkacak! Dilencinin agzi ve disleri olmamali. Agiz yerinde dipsiz bir ucurumun karanliklari siritacak ve dis etlerine gelisi güzel saplanmis birtakim kemik parcalari olacak. El ayak yerinde demir cengeller sangirdayacak ve yahut karisik tahtalarctikirdayacak. Dilenci icin kiyafet: Yazin onu buram buram terletecek, yagli paramparcak kalin bir hirka, kisin ise icinde titreyecegi hertarafi delik desik siyah bir pacavra gömelk! Agustos günesi altindakani ter halinde, damla damla topraga akmayan ve kis poyrazlarinda donmak üzere olmayan bir dilenciye sadaka verilir mi hic? Hind'in, Magrib'in, Buhara ve Semerkant'in müdhis dilncileri buitibarla ne büyük artislerdir. Halbuki su yakali ve kravatli almandilencileri…Bir gün bir Alman'a sordum:-Bunlara nasil aciyabiliyorsunuz?-Mecbur olmadan el uzatacak bir Alman tasavvur edemeyiz. Onun icin dilenen bir Alman, bizi kendine acindirmak icin fazla yalana vezillete düsmeye muhtac degildir. Bu bir hususi ahlak meselesi. Fakat ise bir de akil zaviyesinden bakalim: Dilenen bir insan ne kadar alelade bir insana benzerse, bana o kadar yakindir; o nisbette kolay derdini duyar, eksigini anlarim. Fakat her ne surette olursa olsun insan seklinden cikmis bir mahluk benim cinsimden degildir. Ona aciyamam! Sark merhameti mantiksizdir. Kizardim.Uydurma bir cevap verdim:-Biz dilenciye acimayiz, ondan korkariz. Bu korku dilencinin cirkinligi nispetinde artar. Cirkinligin bir takim tehlikeli kudretler tasidigina inaniriz. Bütün Afrika, Amerika, cin ve Hint ilahlari cirkin degil mi? Bize en cok hasyet ve nefret veren dilenciye uzattigimiz para bir sadaka degil, fakat korku sanatkarina takdim edilmis naciz bir mükafattir. Sark, artist milletlerin vatanidir."

.Ahmet Hasim, 1933, Frankfurt Seyahatnamesi